Gizli kardinal  veya Fetullah Gülen imparatorluğunun sömürgeleri

gazeteci_alesger_f_tipi_orgutun_azerbaycan_faaliyetlerini_kitaplastirdi_h62196_d5156

Araştırmaçı yazar Agil Alesger`in “Terör`ün GÜLEN yüzü” kitab`ından bir bölüm:

Gizli kardinal  veya Fetullah Gülen imparatorluğunun sömürgeleri

Hızla değişen dünyamızda her şey yenileniyor. Aynı zamanda emperyalizmin sömürgecilik politikası ve metodolojisi de değişmiştir. Fakat biçimi itibariyle değişse içeriği değişmeyen tek şey vardır: İhanet.

Osmanlı imparatorluğunu, kurdun ağacı içinden yediği gibi yiyen cemaatçi-takiyeci zihniyyetin,  Şark’ın bu son büyük devletini tarihin arşivine postalamasında önemli rolü olmuştur. Fakat geçen yüzyılın 20’li yıllarında Türk milleti kendi istiklalini kanıyla kazana bildi. Cemaatçi-takiyeci zihniyet Batı’daki himayecilerinin teşvikiyle son bir girişimde bulundu. Amaç  hiç de asrılarla Türklerle kardeşçesine  yaşamış ve ermeniler başta olmakla düşmanla omuz-omuza savaşmış Kürtler için devlet kurmak değildi. Amaç kardeşi kardeşe kırdırarak Türkiye’yi zayıf duruma düşürmekti. Türk ordusu büyük kayıplar vererek o isyanı bastırdı. Binlerce şehit veren Türkiye Kerkük ve Musul’u da kaybetti. Yenilmelerine rağmen bölücüler ingiliz desteğiyle ayakta kaldılar ve yıllar uzunu güç biriktirmek için uğraştılar. Ve ‘zaman cemaatçilik zamanı değil’- diye yeni metotlara el attılar.

Ne yazık ki, Atatürk’ten sonra gelen iktidarların hepsi onlara ‘yeşil ışık’ yaktılar. Gerçek vatanseverler ve muminler zulme maruz kalırken kendi ülkesinin çıkarlarını yabancı devletlere satanlar, Marovitch’lerin ellerini öpenler himaye altına alındılar.

Devletten maaş alan ‘Mehdi  Sahibüzzaman’

Senelerce dindar gruplar arasında bölücü  propaganda yapanlar daha güçlü ve hilekar lider arıyorlardı. Gençlik yıllarından itibaren Fetullah Gülen de aynı güçlerin dikkatini çekmişti. Türkiye’de  cami vaziliğinden  emekli olmuş  Gülen’in bu gün dünya çapında 150 milyar dolarlık bir sermayeye sahip şirketlerin, okulların, medya gruplarının gizli lideri olduğuna dair istihbarat raporları mevcuttur.

Gülen imparatorluğunun Azerbaycan’daki bölümü ise kendi bünyesinde Zaman gazetesini, Burç FM radyosunu, Çağ Öğretim kurumları A. Ş. , TÜSİAB (Türkiye ve Sanayici ve İşadamları Birliği- ne ilginçtir ki, cemaat doğrudan kendinin olan TUSKON yerine TÜSİAD’ın Azerbaycan’daki şubesini ele geçirerek faaliyetlerini o çatı altında yürütmektedir-A. A. ), Sızıntı dergisi, Kafkas Üniversitesi , Araz hazırlık kursları ve yüzlerce şirketi barındırmaktadır.

Bunun  dışında eski Sovyetler Birliği çatısı altında olan ülkelerden Kazakistan’da 28,  Rusya Federasyonu’nda 24,  Özbekistan’da 18, Türkmenistan’da 15, Kırgızistan’da 11, Gürcistan ve Ukrayna’da 5’er, Moldova’da 2 okulu faaliyette bulunmaktadır.

Kendi müritleri için ‘Evliyaullah’,  ‘Asrın müceddidi’,  Hatta Mehdi Sahibüzzaman şeklinde olan Fethulah Gülen,  28 Şubat muhtırasından  yaklaşık 1 ay sonra gazeteci Yalçın Doğan’a yaptığı açıklamada halkın oylarıyla iktidara gelmiş Erbakan hükümetinin ‘emaneti bir an önce sahibine iade etmesini’ isteyerek Milli Güvenlik Kurulunun muhtırasını destekleyen bir pozisyon almış, 1999 yılında tedavi bahanesiyle aslında ABD’ye kaçırılmıştı. Pensilvanya eyaletinde ikamet ettiği muhteşem villada gazetecilere açıklama yapan Gülen dünyanın çeşitli bölgelerindeki eğitim kurumlarını ABD-nin desteğiyle kurduğunu itiraf etmişti. Gazeteci Nevval Sevindi’yle sohbetinde Gülen şöyle demişti: ‘Amerika istemezse, hiçkimse dünyanın çeşitli bölgelerinde dilediği işi yapamaz. Şimdi bazı gönüllü kuruluşlar eğitim adına dünyanın çeşitli yerlerinde okullar kuruyorlar. ABD ile aranızda bir çelişki mevcutsa, bunu beceremezsiniz. ABD halü hazırki pozisyonu ve gücüyle dünyaya hükmediyor. Tüm dünyadaki işler buradan yönetiliyor. Amerika dünya gemisinin kaptanıdır ve dümen arkasında o oturmuştur. Daha uzun süre dünyanın kaderini ABD tayin edecektir. Bu bir gerçekliktir ve bunu herkes kabullenmelidir. Amerika’yı hesaba katmadan dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir işi yapmanız imkansızdır’ (Fetullah Gülen ile New York sohbetleri. Sabah yayınları 1997, s. 39).

Gülen’in,  ABD resmi çevreleriyle ilişkileri Türkiye Cumhurbaşkanının o ilişkiler kendi himayesi altına alacak  kadar güçlüydü. 25 Aralık 1997-de Gülen’in Onursal Başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nca düzenlenen ‘Milli bütünleşme, tolerans ve diyalog’ başlıklı toplantıda Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e Şükran plaketi sunulmuştu. Halbuki aynı dönemde Gülen’e ve kurumlarına soruşturma açılmıştı.

Toplantıya katılarak ödülü alması için Süleyman Demirel’i ikna edense dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Marc Parris’ti. Islam Konferansı Örgütünün 8-11 Aralık 1997 tarihlerinde Tahran’da yapılan Zirve toplantısını erken terkeden Demirel, İKÖ’nün Türkiye’yle ilgili tutumundan memnun değildi. İKÖ Zirvesinden döndükten sonra 10 gün içinde Marc Parris Cumhurbaşkanı Demirel’i üç kez ziyaret etmişti. Parris’in isteği Türkiye Cumhuriyetinin, Orta Asya ve Ortadoğu’da ‘Ilımlı islam’ı desteklemesiydi. Görüşmelerde Parrıs,  Fetullah Gülen’in faaliyetlerinin ‘takdire şayan olduğunu ve desteklenmesi gerektiğini’ vurgulamıştı.

ABD devlet daireleriyle Fetullahçı örgütlenmenin sıkı işbirliği içinde olduğunu gösteren başka bir delilse Fetullahçıların dış ülkelerde, özellikle de Türk dilli Cumhuriyetlerdeki okullarda ‘ingilizce öğretmeni’ ismi altında CİA elemanlarının faaliyette bulunmasıdır. Bu işbirliği resmi bir toplantıda Fetullahçş okulların yöneticileri tarafından belirtilmiştir. 3 Mart 1997 tarihinde Ankara’daki Başkent Öğretmenler Evinde organize edilen toplantıda başta dönemin Milli eğitim bakanı Mehmet Sağlam olmakla bakanlığın üstdüzey memurları, onun dışında Başbakanlığın, Milli İstihbarat Teşkilatının temsilcileri katılmışlar. Toplantının ana konusu yurtdışındaki Türk öğretmenlerinin sorunlarının çözümüydü. Toplantıya yurtdışında okul kurmuş vakıf ve şirketlerin yöneticileri de katılmşılardı. Konuşmak için söz Özbekistan’da 18 okulun sahibi olan Fetullahçı Slim A. Ş.  temsilcisi  mehmet mesut ata’ya verilmişti. m. mesut ata konuşmasında  dostluk köprüsü programı çerçevesinde abd’nin özbekistan’a gönderdiği 70 ingilizce öğretmeninin kendi okullarında çalıştığını, öğretmenlerin hepsinin diplomatik statüye sahip olduğunu belirterek türk hükümetinin de aynı adımı atarak öğretmenlere diplomatik statü tanımasını istemişti. ingilizce öğretmenlerinin hepsi diplomatik, orijinal ismiyle söylersek, official pasaporta sahipler.

gülen’in tüm ülkelerdeki okullarında toplamda 1000’in üzerinde ingilizce öğretmeni çalışmaktadır. kazakistan’daki fetullahçı okullarda diplomatik statü sahibi yaklaşık 60 ingilizce öğretmeni çalışmaktadır. temelde ise gülen’in okullarında eğitim dili türkçe değil, ingilizcedir. haftada en az 24 saat ingilizce öğretiliyor.

fakat 16 şubat 1999’da özbekistan cumhurbaşkanı islam kerimov’a karşı düzenlenmiş başarısız suikast girişimi fetullahçıların özbekistan’daki faaliyetinin son bulmasına neden oldu. i. kerimov’un arabasının geçeceği güzergah bomba konulmuştu, bomba patlamış, fakat islam kerimov suikastten sağ kurtulmuştu. soruşturma ivedilikle suikastçıları belirledi. soruşturma aynı zamanda suikast Fetullahçıların  Ulugbey international school’unda planlanmış olup oradan yönetilmişti.  Olayla ilgisi olan üç kişi tutuklanmış, rustam mamadkulov ve zaynuddin askarov ise türkiye’ye  firar ederek istanbul’da saklanmışlardı. fakat özbekistan hükümetinin talebi üzerine her iki zanlı iade edilmişti. o olaydan sonra gülen grubunun 18 okulu ve hafif gıda sanayisi alanında çalışan ‘ufuk’ isimli şirketleri kapatılarak türkiye’de eğitim gören tüm özbekistan’lı talebeler Milli eğitim bakanlığının çağrısı üzerine  ülkeye  dönmüşlerdi.

Öte yandan ismi geçen  eski sovyet cumhuriyetlerinde ve aynı zamanda dünyanın diğer bölgelerindeki  özellikle  eğitim alanındaki faaliyetlerini pürüzsüz ve kesintisiz  yapabilmek için Fetullah Gülen’in Paul Henze, Henry Barkey, Graham Fuller, Lois Freeh, Carey Cavanaugh gibi üstdüzey cia görevlileri ve raportçleriyle de sıkça buluşarak gereken talimatları aldığı da kimseye sır değildir. Aslında Gülen’in rüyalarına geldiğini iddia ettiği ‘vahiy’lerin ABD istihbaratının üstdüzey yetkililerinden aldığını görmek için kahin olmaya da gerek yok. Nitekim 2007 yılında Gülen’in ABD’deki yaşama izninin uzatılmasıyla ilgili olarak ortaya tartışmalı durum çıkınca kendisine kefil olan ABD vatandaşları listesinde  Graham Fuller ve CİA ve FBİ’ın üstdüzey görevlilerinin isimlerinin üst sıralarda gördük. Gülen’in ABD’de kalması için üstdüzey görevlilerin göğüslerini siper etmeleri bir anlamda cemaatin dünya sathına yayılmış okul ve şirketlerinin cibiliyetini de ortaya koyan en önemli kanıtlardan biri addedilmelidir. Bir taraftan toprakları senelerden beri ermeni işgali altında olan ve gerek dil-ırk gerekse de dil kardeşliği bakımından en yakın ülke olan Azerbaycan’da en geniş biçimde örgütlenen Gülen cemaatinin ABD’deki himayedarlarından birinin katı ermeni lobicisi ve yanlısı olan CİA raportörü Henry Barkey olması da Azerbaycan’a arkadan indirilen darbelerden biridir. 2013 senesinde  Ermenistan’da okullar açma aşkına düşen Gülen’in bu  planı Azerbaycan’ın eline geçince Bakü’nün uyarıları sonucu cemaat bu düşüncesinden vazgeçmek zorunda kalmıştır.

Fetullah Gülen’in ‘diyalog siyaseti’nin perde arkası

1906 yılında Vatikan’da katolik kilisesi geleneksel genel kurullarından birini  çok önemi kararlar almak için toplamıştı. Geride kalan birkaç 10 yıllık süreci değerlendiren genel kurul durumun kafi olmadığı sonucuna varmıştı. Şöyle ki dünyanın dört bir yanında hayata geçirilen misyonerlik faaliyetleri yeterli bulunsa da Ortadoğu coğrafyasında durum iç açıcı değildi. Beklendiği üzere Osmanlı imparatorluğu 1878 yılında parçalanmadı, imparatorluğun  yönetimini Sultan II Abdulhamid’in ele alması beklenmiyordu. Onun iktidara gelmesiyle Batılıların ‘Hasta adam’ diye tarif ettikleri İmparatorluğun ömrü 30 sene daha uzayacaktı. O nedenle Vatikan’daki kurultayda yeni stratejiler belirlendi. Yeni müslüman modelinin önderleri yetiştirilecek, onlara ideolojik, mali, siyasi destek sağlanarak onlar  örnek din adamları olarak topluma sunulacaktı. Eserlerinin propagandası yapılacak ve yayınlanacaktı. Propagandası yapılcak yeni din modeli ‘İçi boş islam’ olarak nitelendirile bilirdi. Yani, ismi İslam olacak bu yeni din modelinin içeriğine esasında Hristiyanlığın doktrinleri hakim olacak, bu İslamı öğrenecek olan yeni kuşaklar ona itikat edeceklerdi. Sağlığında Hristiyanlarla diyaloğu sert biçimde  reddeden  Said-i Nursi’nin tüm eserleri de bazı öğrencileri  tarafından değiştirilerek ‘diyalogcu’ düşünceler o kitaplara yerleştiriliyordu. Hayatını Said-i Nursi’nin mirasını araştşrmaya adamış Kürt yazar Muhammet Sıddık Şeyhanzade de ‘Nurculuğun tarihi’ kitabında  bunu Nursi’nin öğrencilerin sözleriyle onaylıyor.

Fetullah Gülen’in,  bu gün dünyanın dört bir yanında faaliyette bulunan okul ve şirketlerinin temelini NATO’nun hayır-duasıyla attığını  da not etmemiz lazım. Şöyle ki, soğuk savaş döneminde  ilk şubesi 1954 yılında İzmir’de kurulmuş Komünizmle mücadele derneklerinin ikincisi Gülen tarafından memleketi Erzurum’da kurulmuştu. Bununla ilgili olarak Gülen kendi hatıralarında kapsamlı biçimde konuşuyor (Bkz: Latif Erdoğan: Küçük dünyam, İstanbul 1995, s. 78).

Vatikan’ın Truva atı: Fetullah Gülen

‘Birinci binyılda Avrupa Hristiyanlaştırıldı, ikinci binyılda Amerika ve Afrika. Üçüncü binyılda ise hedef Asya’nın Hristiyanlaştırılmasıdır’

Papa 2. Jean Paul.  31 Aralık 1999. Milenyum mesajı

‘Dinlerarası diyaloğun bizim için ifade ettiği anlam tüm insanları İncil’e ve Kiliseye yani Hristiyanlığa dahil etmektir’

Papa 6.  Paul, 1963

‘Papa 6. Paul Hazretlerince başlatılmış ve devam etmekte olan Dinler arası diyalog için kurulmuş Papalık Konseyi  (PCİD) misyonunun bir parçası olma amacıyla buradayız. Biz bu misyonun hayata geçmesini görmeği dilemekteyiz’

Fetullah Gülen.  Vatikan’daki konuşmasından.  9 Şubat 1998

Sovyetlerin mevcut olduğu dönemde ateizme karşı işbirliği kamüflesi altında faaliyette bulunmak işi  kolaylaştırıyordu. SSCB dağıldı. Şimdi ne yapacaksınız? Böylece kocaman bir projenin ikinci aşaması devreye sokuldu. Esasında dinler arası diyalog çoktan ortaya atılmış bir fikirdi. O fikrin gerçekleşmesinde Vatikan’ın  müstesna rolü olsa da yazar veya yazarlar Vatikan’da ikamet etmiyorlardı. Bunlar Avrupa Konseyinin muteber kürsülerinden konuşan önemli isimlerdi. Örneğin, Havier Solana, Manuel Marin, Prof. Dr. Joharin Galtung gibi isimler sizi şarırtmıyor mu? (Kapsamlı bilgi için bakınız: Aytunç Altundal: Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri, s. 183-184).

Yapılan sempozyumların birinde Fetullah Gülen ile Fener Rum Patriği Bartholomeos  arasında şöyle bir diyalog yaşanıyor:

Bartholomeos (kürsüden): Ben Sayın Hocamızla (Fetullah Gülen) bir-birimizi çok sevdiğimizi demek istiyorum (konuşma alkışlarla kesiliyor, Gülen ise memnuniyetle gülümsüyor).

Fetullah Gülen: Teorik şeyler söylemek elbette ki, kolaydır. Bunlar pratikte de desteklenirse, hayata geçer ve parlak gelecek vadeder. Patrik Hazretleri bu cömertliği ve centilmenliği yapıyor. Sizin huzurlarınzda ben de kendilerine derin şükranlarımı sunuyorum.

Fetullahçı grubun saygın şahıslarından olan Ahmet Şahin ise işi daha da büyüterek İslam ile Hristiyanlık arasında farkın adeta mevcut olmadığını, bu zamana kadarki çelişkilerin teferrüatlar üzerinde ortaya çıktığını yazıyor. Fetullahçıların gayri-resmi yayım organı olan Zaman gazetesinin 17 Nisan 1998 tarihli yazısında Ahmet Şahin ‘Hristiyanlarla müslümanlar arasında Amentuda ittifak mevcut’- diye not ediyor. Oysa Hristiyanlıkla İslam arasında hiçbir ortak noktanın olmadığını okuma-yazması olan her kes bilir, Ahmet Şahin dışında. Ahmet Şahin’in meselesi ise tabii ki, kavramak veya kavramamak olmayıp tamamen farklıdır. Şunun özellikle altını çizmemiz lazım: Fetullah Gülen ve çevresindekilerinin yazdıkları ve davranışları insanları dinden soğumağa ve hatta dinden ayrılmaya sevkediyor. Bu açıdan Türkiye’nin ünlü yazarı Alev Alatlı’nın sorusu ve tespiti çok isabetlidir: ‘Hazret-i İsa’nın canlı Tanrı olduğuna inanan papazla tevhide inanan imam diyaloqda ne konuşa bilirler? Bence ikisinden biri yalan konuşuyor’

Moon tarikatı ve Fetullah Gülen

Fetullah Gülen’in CİA ile ilişkilerini sürdürmesinin en önemli nedenlerinden biri de Dinlerarası Diyalog olmuştur. Zira 1950’li yıllardan itibaren dünyanın belirli bölgelerini kendi egemenliği altında tutmaya çalışan ABD,  çeşitli bölgelerde kendi kontrolinde olan dini akım ve cemaatler tesis etmiştir. İlginçtir ki, ABD tarafından açık veya kapalı biçimde  desteklenen tüm dini akımların ortak sloganı olmuştur: Dinlerarası Diyalog.

CİA kontrolünde sürdürülen bu faaliyetlerin OPUS DEİ’den sonraki ilk başarılı örneği Moon  tarikatı olmuştur. 1951 yılında Güney Kore’yi işgal etmiş ABD orada bir Hristiyan tarikatı kurmuştur. O tarikatın faaliyeti sonucunda Güney Kore nüfusunun %40’ı kısa süre içersinde Budizmden vazgeçerek Hristiyanlığı kabul etmişti. Bu gün Moon tarikatı Güney Kore’de Birleştirme Kilisesi adı altında faailetini sürdürmektedir. Neokonservativ çizgisi ve açık savaş yanlısı politikalarıyla Moon tarikatının ABD’de yeteri kadar üyesi bulunmaktadır. Örneğin bu gün ABD’nin öncü yayım kuruluşlarından olan ‘Washington Post’ gazetesi Moon tarikatının olup Fetullahçı Zaman gazetesiyle aralarında uzun süreden beri  işbirliği mevcuttur. Tarikatın dünya çapındaki en önemli işi Dünya Antikomünist Ligi’ni (WAL) kurması olmuştur ki, Türkiye’de Fetullah Gülen’in Erzurum bölge kurucusu olduğu Komünizmle Mücadele Derneği de esasında aynı kurumdur.

Moon tarikatıyla Fetullahçı cemaat arasındaki ilişki sadece amaçlarının bezenrliğinde olmayıp aralarında organik ilişki mevcuttur. Moon tarikatının Türkiye’deki temsilcisi CHP eski Genel sekreteri Kasım Gülek’in Fetullah Gülen’le arkadaşlığı herkesin malumudur. Hatta sosyalist eğilimli Kasım Gülek’in cenaze namazını da Fetullah Gülen kıldırmıştı. Gülek’in ABD vatandaşı olan baldızı ise Pentagon’da çalışan bir albaydı. Bazı sohbetlerinde Fetullah Gülen, o kadının kendisi için  ABD resmi çevrelerinde çok iyi referans olduğunu söylemiştir. Ne ilginçtir ki, o kadın sonradan muammalı biçimde dünyasını değişmiştir.

Devlet içinde devlet

Fetullah Gülen’in ABD ile  kurduğu köprüler daima fonksiyonel olmuştur. Zira kendi yükselişindeki attığı isabetli adımları da Türkiye’deki Amerika yanlısı siyasi liderlerin desteğiyle atmıştır. Gülen  faaliyetlerini  ABD’nin Türkiye’de en etkili olduğu 1980’li yıllarda güçlendirmiştir. Devlet içindeki kurduğu örgüt sayesinde kendisi karşılaşabileceği tehlükelerden hep önceden haberdar olarak tedbirini almıştır. Ne ilginçtir ki, hakkında yakalama kararı olduğu halde kendisi Çanakkale Merez vaizliği görevine atanmıştır. 1985-de Olağanüstü Hal Komutanlığı’nca İzmir’de yakalanınca dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın devreye girmesiyle serbest kalması Gülen’in yükselişinin miladını oluştumaktadır. Cemaatin Türkiye devleti içinde en ciddi biçimde örgütlenmesi ise eski Başbakan ve Başbakan yardımcısı Tansu Çiller dönemine rastlar(1993-1997). Hatırlamakta fayda vardır ki, Tansu Çiller’in Başbakan olduğu 1995 yılı Mart ayında  Bakü’de başarısız darbe girişminde bulunuldu. Darbe talimatının Tansu Çiller tarafından verildiği bu gün artık her kes tarafından bilinmektedir. Darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra da Türkiye’nin Azerbaycan’da faaliyette bulunan bazı kurumları sıkıntılarla karşılaşmalarına rağmen  takip eden günlerde  Gazeteciler ve Yazarlar  Vakfının İstanbul Swissotel’deki toplantısında ‘Cumhurbaşkanı Demirel’in ellerini avuçlarıma almaktan büyük bahtiyarlık duyuyorum’- diyen Fetullah Gülen’in bu ustaca manevraları sayesinde memleketimizdeki okul ve şirketleri işlerini sekteye uğratmadan neinki  devam ettire bilmişler, hatta sonraki dönem de Azerbaycan’da da devletin en üstdüzeydeki kurumlarına sızmayı  becermişlerdi. Türkiye’nin önde giden armatörlerinden olan ve bir dönem Fetullah Gülen’in  ana finans kaynağı olan Asya Finans’ı koordine etmiş İhsan Kalkavan ise Azerbaycan’la kurulmuş iş ortaklıklarına önayak olmuştur. Sonraki dönemde İhsan Kalkavan,  dünyanın 5.  Petrol taşıma şirketi olan Palmali şirketler grubunun Azerbaycan kökenli sahibi Mübariz Mansimov’la olan dostluğunu kendisi Çin’de kazaya maruz kalarak yoğun bakıma alınınca Mansimov’un gönderdiği özel uçağıyla Türkiye’ye getirilecek kadar pekiştirmiştir. Çin’den ivedi biçimde Türkiye’ye getirilmesinde uçağını tahsis etmiş Mübariz Mansimov’a, İhsan Kalkavan Zaman gazetesinde sayfa boyu şükran ilanı vermeyi de ihmal etmemiştir.

Rusya’nın Gülen’i  ‘ajan’ ilan etmesi

Anayasal düzene karşı faaliyette bulunma stratejileriyle tanın Fetullah Gülen’in konuşmalarının kaydedildiği kasetler cemaati yöneten ‘elitar grup’  aracılığıyla edinilmiştir. 1990’ların sonlarına doğru Türkiye’de patlak veren ve Gülen’in kendi yandaşlarına ‘adliyeyi, mülkiyeyi ele geçirmeleri, sıkıntılı durumlarda hoplayıp-zıplamalarına ve altın vuruşu yapmak için son ana kadar sabırlı olmalarını’ tavsiye eden ünlü kaset skandalından sonra 1999’da ülkeyi terk ederek ABD’ye yerleşmesine neden olan sürece paralel biçimde Rusya’daki işlerin başarıyla yönetilmesi cemaat açısından fevkalade derecede önemliydi. Başka ülkelerde olduğu gibi Fetullahçılar Rusya’da da örgütlenirken kendisinin kaset kayıtları üzerinden kurulan irtibatlar ön plana çıkıyordu. Gülen grubunun çeşitli kademelerindeki kişilerin  ülkedeki çalışmalarını hiç takipsiz bırakmayan Rusya Federal İstihbarat Servisi (FSB),  16. 12. 2002 tarihinde kendi internet sitesinde konuyla ilgili ilk yazıları koymayı da uygun bulmuştu. İstihbari raporların stilini  andıran o yazılarda ‘Nurcular’ isimli dini akımın Rusya Federasyonu’nda faaliyette bulunan Eflak A. Ş. ,  Serhad Eğitim, Talim ve Sağlık Hizmetleri A. Ş. , Tolerans Vakfı, Ufuk Eğitim Vakfı, Toros Eğitim, Turizm, Ticaret A. Ş.   v. d şirket ve vakıfların geniş alanda ajanlık faaliyetlerinde bulunmalarının tespit edildiği vurgulanmıştır. Fetullahçı gruplaşmanın aynı zamanda, Rusya’da yeni yapılmış gizli silah çeşitleri, Kuzey Kafkasya’daki askeri operasyonlarla ilgili bilgi biriktirmek, Rusya’lı gençleri çeşitli yollardan bu işlerin içine çekmek, yerel ve federe devlet kurumlarına sızmak gibi faaliyetleri olduğu da belirtilmiştir. Fetullahçıların Rusya’da dini ve milli konularla doğrudan ilgilenen kurumların başına kendilerine loyal yaklaşım sergileyen kişilerin geçmesi için de uğraşmışlar.

Tolerans Vakfı Yönetim Kurulu başkanı Mustafa Kemal Şirin Rusya Federasyonu’ndan sınırdışı edilmiştir. Vakfın Yönetim Kurulu üyelerinden İsmail Altun’a karşı ise küçük yaşlı kız çocuğuna tecavüzden dolayı soruşturma başlatılmıştır. Onun dışında Mehmet Uzun, Şahin Ulaşkan, Necati Aldırmaz, İbrahim Özer, Hayrettin Aşkın, Yusuf Aktepe, Anvar Zaripov (Özbekistan vatandaşıdır) ve ‘ajanlık faaliyetinde bulundukları’ suçlamasıyla onlarca diger şahıs Rusya Federasyonundan sınırdışı edilmiştir. Medyaya açıklama yapan FSB  Başkanı Nikolay Patruşev,  ‘CİA’in Fetullahçı şebeke üzerinden kurduğu ajan şebekesinin faaliyetlerinin önlendiğini’ açıklamıştı. Bu alanda Rusya Federasyonunun attığı en kararlı adım ise 2008 yılı Mart ayında olmuştur. Rusya Federal Cumhuriyet Başsavcılığının  başvurusu üzerine  Gülen grubunun ülkedeki  faaliyetleriyle ilgili başlatılmış mahkeme süreci Nisan ayında sonlandırılarak ‘Şiddet yanlısı olan ‘Nurcular’  grubunun ülkedeki faaliyetlerinin yasaklanması’ kararlaştırılmıştır. Rusya’daki bazı insan hakları örgütleri Gülen grubunun ‘haklarının ihlal edildiğini’ savunsa da yasak kararı 1 Mayıs 2008 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. Fakat buna rağmen Gülen’cilerin Rusya Federasyonu sınırları içersindeki faaliyetlerinin ‘tamamen çökertildiğini’ söylemek imkansızdır. Rus-Türk kültür merkezi, Atlantik eğitim kurumu v. d.  isimlerle yoluna devam eden Fetullahçı grupların gerek Türkiye’de, gerekse Rusya’da çeşitli ‘beyin fırtınası’ toplantıları düzenledikleri, özellikle Cihan Haber Ajansının bu konularda çok faal olduğunu söylemek için derin araştırma yapmaya da gerek yoktur. Rusya’nın  en etkili gazetesi Kommersant’ı Türkçe yayına hazırlamaları karşılığında Zaman gazetesinin Moskova’da önce haftalık, , daha sonra ise günlük yayımlanması için senelerce uğraş vermiş ve bunu gerçekleştirmek için  her türlü tavize hazır olduğunu vurgulamış Gülen grubunun bunu başaramadığını söyleyebiliriz.

Agil Alesger

Mayıs, 2007

 

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir